Browsed by
Category: Tatlı-Kısa Denemeler

MUKADDERAT

MUKADDERAT

Tam da bugün
Kaç gün oldu kaç yıl
Sayamadım.
Senden ve benden
Gittiğimiz günü hatırlarım
Sonra bir de
Hayatlarımıza giren başkalarını.
Sen öyle bir yola girdin ki,
Geri dönüşü olmayan.
Ben öyle bir yolda ilerliyorum ki,
Bazen dikenli bazen güllerle bezenmiş.
Herkes seçimini yapmışken
Bir daha geri dönmek mi?
Üzgünüm.
Bir arkadaş bile değilsin artık.
Belki bir tanıdık,
Belki bir yabancı.

BOĞA

BOĞA

Ay’ın yüceldiği o yer,
Duyguların mekanla buluştuğu.
Bakımın, bakıcılığın
Bir anneliğin, bir babalığın
En güzel hali.
Serinkanlı, sabırlı, kararlı.
Bir o kadar da inatçı.
Muhteşem hafızasıyla
Ah bir de olsa kendisinin farkında.
Ona verilen gök çantasının içindeki,
Yeteneklerin ve güzelliklerin,
Gökten eline düşmüş güvenin, huzurun,
Ah bir farkında olsa.
Alıp da onları büyütse.
Şaraplar, ziyafetler, güzel kokular,
Sonu gelmez latifeler eşliğinde bir aşk.
Şahane bir kıyafet,
Lezzetli bir yemek.
Ne modacı ne de gurme,
O tüm yeteneklerin doğal sahibi.
Gölgeler içindeyken bazen,
Kıskanç, güvensiz, riskin dibine batan.
Bazen ise sıkı sıkıya olduğuna tutunmuş,
Değişimi reddeden bir boğa.
Sakın kırmızıyı gösterme ona,
Değişime zorlanmış gibi,
Sinirleniverir sonra.
Para, lüks, güzellik,
Güvenli huzurunun bir parçasıdır oysa.
Ah bir de olsa kendisinin farkında,
Yetişse tüm yetenekleriyle doğada.

AKREP

AKREP

Bir tohum,
Çürüyen yaprakların altında.
O günü bekleyen,
Toprağın en temiz haliyle,
Güne merhaba demeyi.
Eşsiz güzelliğiyle,
Yaş toprağın içinden,
Beyazlar içinde yeşillere uyanmayı,
Beklemiş bir tohum.
Sonbaharın gelmesiyle,
Siyaha çalan,
Çürüyen bedeni,
Sararmış yaprakların altında,
İşte o günü bekler.
Rüzgar eser,
Toprak arınır.
Kuru yapraklar, yerini
Tözlere bırakır.
Beklemiş bir tohum,
Uyanır yeşillere,
Çöplerinden arınmış toprağa.
Kendine üs belirlemiştir toprağını.
Orada kök salmıştır bir kere.
Ölmüş bir yaprağın altındaki o tohum
Arınmış toprağın bir bireyidir artık.
Eşsiz güzelliğiyle,
Yağmurun son damlasında,
Çıkarır bedenini yeryüzüne.
İşte o tohum,
Bir mevsim beklemiş,
Küllerinden yeniden doğmuştu.
Bir tohum misali insan,
O mevsim gelince,
Bazen yeniden doğmak için,
Bazen nesiller için,
Bir akrep misali,
Bir anka kuşu gibi,
Çürüyen yaprakların altından,
O günü bekleyerek geleceğe bakacak.
Kaç mevsim sürerse.
Ağacın dalında çürümeyi bekleseydi,
Sırf düşmemek uğruna,
Kim yeşerirdi bir mevsim sonra?

KÜÇÜK BİR DAVET

KÜÇÜK BİR DAVET

Gizlice aradığın neydi?
Kendimde gördüğüm işte tam da buydu,
Belki de tüm insanlarda.
Sinsice orada bekleyen bir Plüton.
Evlerin ise en bilinmeyeninde.
Üstelik en karanlığı.
İşte ne aradığını itiraf etti.
Güç.
Ne hiddet ne küçümsemek işim,
Sadece anlamak.
Niye güç diye savaşır bu insanlar.
Görmüyor musun?
İçinde gizliden bir çatışma,
Yetmemiş dışına taşmış.
Hiç mi korkmazlar?
Yada sadece bilmek yeterlidir.
Güç dediğin sadece iyilik olması gerekirken
Hayatını mahvetmene içim razı değil.
Sen de razı olma.
Bir Plüton’a böylesine yenilme.
Aksine bir Plüton gibi dönüştür.
Dönüştür, ki gücün savaşçılığındansa
İyilik seni bulsun.

BİR AVUÇ

BİR AVUÇ

Bir avuç içi sıkıntısıyla başladı her şey. Baktığımda ise gördüğüm sadece birkaç çizgiydi.

Diğer elim okşadı bir diğer elimin avuç içini. O sırada fark ettim, düzdü ama biraz da engebeli. Tıpkı dağlar gibi, çizgiler de yollar gibi. Bitiyorlar ama birbirlerine hiç bağlanmıyorlar. Bir sınır var. Anlayamıyorum. Hiç böyle bakmamıştım.

Kim koydu bu sınırları? Geçemiyorum ötesine, düşüyor elim bir diğerinin üzerinden derin bir boşluğa. Dur bir dakika. Bu dağlar? Engebe dediklerim gerçek bir dağ mıydı? Yol dediklerim nehir mi? Irmak mı? Elime bulaşan tükenmez kalemin mavilikleri nedir peki? Deniz mi? Yoksa biz insanlar mı?

Ya bugüne kadar gördüklerim?

O zaman şimdi kapat avucunu. Sık yumruğunu. Ört o görünen gerçeği; dağ, deniz, ırmak, nehir, insan diye saydığım tüm güzel çizgilerini. Ört ve tüm bu saydıklarım orada kalsın, anlattıkları gibi.  

Kalsın anlattıkları gibi. Ama sen anlatma sakın. Bu engebeli düzlükten kimseye bahsetme. Bırak yumru olarak kalsın. Yoksa sana da yapışacaktır manşetlerde deli sıfatları.

Öğrettiklerindense, hayal gücünden ibaret dediğim filmler anlatır olmuş gerçekleri.

Fanusun içindesin işte, kabul etmeli insan. Bir avuç içi kadar.

Göremediklerim daha bir heyecanlandırır bu vakitten sonra beni.

Ne de olsa hiçbir şey göründüğü gibi değil der Âdem’den olma.

GEL GİT AKLIM

GEL GİT AKLIM

Gel git aklım,

Unuttuğundan da fazlasını bıraktı geride. Bıraktı, çünkü… Belki de çünküsü yoktu. Bir neden aramanın bir anlamı yoktu. Bıraktıkların, saç tellerinin kırılan ucu gibi. Her biri bir anı, bir insan, bir an, bir duygu. Kesip attığın ve belki de daha kötüsü, bir kenara fırlattığın.

Dur bir dakika. Ya umudum? Ya ümidim? Ya bunu da unutursam? Tüm yaşam sebebim bir umut değil midir? İnsan sadece bir umuda emanet etmez mi şu uzun fakat küçücük yaşamını? Eder. Hem de nasıl eder. Bazen sadece bir umut yaşatır insanı. Bir yaşam, bir umuda işte bu kadar borçludur. Ve de mahcup. O yüzden etmelidir, umut. Hatta ta kendisi olmalıdır umudun. Işık saçmalıdır bu duyguyla. Saçmalıdır ki, umudunu kaybetmişlere yeniden bir umut tohumu ekebilsin en derinlerine. İşte böyle doğacaktır yaşını almış tüm insanlar. Var olmak, bazen başka bir yaşamın umuduna sığınmaktır. Endişe etme, o ışık tohumunun sahibi bulacaktır seni. Biz şimdilik sadece umut edelim.

İşte her şeyi unutur da aklım, bir bunu hatırlamaktan vazgeçmez.

Bir umudu geçip gitmek… Ne büyük sorumluluktur.

Dile ve umut et insan.

Et ki, yaşamın sonsuz olsun…

BİZ

BİZ

Yalnızlığımın keyfi kalmamış. İtinayla bakıp keyifle sürdüğüm yalnızlığım, şimdilerde suratını büzüştürüyor bana. Kendi de anlamış gibi sanki, bilindik halinin bilinmeyenden daha güzel kalamadığını. Alt üste karıştı, üst nolduğunu şaşırdı, alt ise parladı. İyi sandığım geldi ağzını büktü; olmaz dediğim ise bugün yüzüme güldü. Işık sandığım bildiklerim, karanlık sandığım asıl ışığım, birbirinde karıştılar, yeryüzünde günün yüzü doğdu. Şimdinin gücü bu oldu. Güç sandıklarım bir anı gibi tarihte yerini alırken bugün yeni bir güç var oldu. İçimdeki “Biz”
Ne demiş Şems-i Tebrizi;
Nereden biliyorsun hayatının altının üstünden daha güzel olmayacağını.
Ne haklıymış oysaki.